8 Nisan 2025 Salı

Yağmurda Adımlar

    




    Dün akşam yürüyüşe çıkmamla yağmura yakalanmam aynı anda oldu. Uzun süredir yürüdüğüm için bu tür durumlara hazırlıklıyım, ekipmanım sağlamdı. Yine de bir ara yağmur şiddetini o kadar arttırdı ki bir yere sığınmak zorunda kaldım. Benim gibi birkaç kişi daha vardı oraya sığınan ve birbirimize gülümsedik. Bir süre hep birlikte yağmuru izledik... Çok güzel bir andı :) Sanki gökyüzünden birisi kafamıza kovayla su boşaltıyor gibiydi ama devasa bir kova bu canım :) Mevsim geçişindeki havanın o tozunu , kirini de alıp götürüyor sanki. Bahar temizliği yapıyor adetâ... Turgut Uyar diyor ya: "Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya.." diye, ben de yağmur için aynı şükür duygusunu duyuyorum içimde. Sonra o şiir geliyor aklıma, sahi neydi sözleri:

"Falanca durağa şimdi gelir ineriz

İnecek var deriz otobüs durur ineriz

Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya

Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum

Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun

Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam

Herkes yokken biz oluruz, biz uyumayalım

Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda

Beni bırak göğe bakalım..."

    Gülümsüyorum. O sırada yağmur duruyor. Az önce çıldırmamış gibi sakinlik ve parlaklık bırakıyor geriye gökyüzü... Bu duyguyu biliyorum. Yürürken temiz havayı içime çekiyorum. Çiçeksi kokular duyuyorum. Ayaklarım yere değdikçe çıkan su damlacıklarından mutluyum. Belki az sonra yeniden yağacak, belki sırılsıklam olacağım bu sefer. Sorun değil. Belirsizlik de güzel bazen, o da kabulüm. Her şeyi olduğu gibi, olacaklarıyla birlikte kucaklıyorum. Bu anı saklamak istiyorum, bu anda bir ömür yaşayabilirim duygusu kaplıyor ruhumu. Sonra Rilke'nin sözleri geliyor aklıma:

"Asla tutmaya çalışmamakla sımsıkı tutuyorum seni..." 

Tongue Tied- Grouplove


 

20 Mart 2025 Perşembe

Ebelik Müessesesi

 

       Okulumuzda üç dört yıldır bizimle olan bir kedimiz var. Daha önce evcil hayvanım olmadı hiç ama bu kediyle birlikte o eksikliği gideriyor gibiyim.  Mesafeli bir ilişki bizimkisi yalnız.. Ben biraz korkuyorum ona dokunmaktan, o ise gelip odamda uyusa da dibime gelmez hiç. Mesafeli bir yakınlığı paylaşıyoruz ikimiz... 

      Zamanla ona dair hayranlık duygularım gelişti. Bir karakteri var, hissediyorsun. Bazen çok bilge bakışlar atıyor bulunduğu köşeden. Onu rahat ettirmek için yaptığımız küçük jestlere teşekkür eder gibi miyavlıyor ama çok da uzatmıyor bu durumu. Canı isterse sevdiriyor kendisini, istemezse tüylerini dikleştirerek uzaklaştırıyor seni. Bir derdi olduğunda da anlatıyor uzun uzun. Valla bak! Geçen sene hamileydi ve bahçede oturan kişiler arasında daha önce hiç yakınlık göstermediği ancak şeker gibi bir adam olduğu çok bariz olan Gürkan Bey'i seçti kendisine. Ama görmen lazım, nasıl çevresinde dolanıyor. 'Gel!' diyor adeta. Gürkan Bey kalkıp gitti. Ağaç altında bir nokta seçti kendisine ve 'Bekle' dedi orada. Gürkan Bey hareket edince kızar gibi miyavlıyordu çünkü. Bir süre ortadan kayboldu ve Gürkan Bey de bekledi orada belki bir 15-20 dakika. Ve sonra okulumuzun tatlı annesi Hülya Hanım, kedinin doğum yaptığını müjdeledi. Gürkan Bey'i kendisine güvenlik görevlisi seçti anlaşılan :)) Çok tatlı bir andı. 

     Bu sabah nursuz bir şekilde girdim odaya ve bir süre sonra kedi benim dibime geldi. Baktım bir şeyler anlatıyor, başta anlamadım durumu, acıktığını ya da susadığını düşündüm. Tam kapıdan çıkarken etrafımda dolanıp beni bir yere yönlendirdi. O önden giderken benim jeton düştü: " Ay sen doğum mu yapacaksın yoksa?" dedim. Hülya Abla'ya seslendim. O da kedinin doğum için seçtiği yere çoktan bir kutu filan koyduğunu söyledi. Anne olunca tüm canlıların annesi mi oluyor insan acaba? Hülya Hanım okulumuzun annesi adeta ve 'Sen kedinin doğum için seçtiği noktayı nereden biliyorsun?' diye soracaktım, o heyecanla soramadım:) Bu işte de başka türlü bir büyü var kesin. Öyle işte, şimdi heyecanla minik kedileri bekliyoruz. Bu seneki kedilerin ebesi benmişim, öyle dediler :))) 



Coldplay- Miracles


14 Mart 2025 Cuma

Kelebek


      

        Çok sevdiğim bir arkadaşım arada sırada yazıyor olmama dair şaşkınlığını şöyle dile getirmişti: " Nasıl yazıyorsun? Herhangi bir işte çalışır gibi masa başına mı oturuyorsun öncesinde? Aklına geldikçe fikirler , bir yere mi yazıyorsun? Yazma hissi mi geliyor?" 

    Ve ben de yetkin ve olgun bir ses tonu takınarak Nietzche'nin sözüyle yanıt vermiştim: " Kanla yazıyorum. O yüzden pek az yazarım evladım." diye :))) ( Bu sözü de nereden öğrendiğimi hala merak ediyorum :) O an gülüp geçtiğimiz bu konu sonrasında algılarımı açmış olmalı. Bunun üzerine içsel bir gözlem yapmaya başladım. Sahi ben ne zaman yazıyorum?

     Bazen hayatıma dair odağımı yitirmiş hissederim. Bazı günler işe gelirim ve bilgisayarın başına geçtiğimde gerçekten hiçbir şey yapmak gelmez içimden. Böylesi anlarda gidip bahçede kahvemi çayımı alıp sosyalleşebilirim ama onu da yapmak istemem.  Bir şarkı açarım. İçimde çeşitli duyguların sıkıntısı olur. Hepsi ayrı ayrı tomurcuklanmış da bir an önce açıp dile gelmek istiyor gibi, sabırsızlığını duyarım. Yazmam gerek, bilirim. Ama neyi yazacağım ki? Nihayetinde şu an elle tutulabilir net bir duygum bile yok elimde, değil ki bir fikrim olsun. Yağmur öncesi havanın sıkıntısı benimki, odalara sığdırmayan. Neresinden başlamalı? 

    Bazen de bir 'an' kalır aklımda. Ya gerçek hayatta, ya bir filmde, belki de arkadaşımın anlattığı bir hikayede aklımda kalan bir sahne. Kendi duygu ve düşüncelerimle onu resmetmek isterim. O anı unutmak istemem ve yazdığım yazıyla resmini çekip koymak isterim bir kutuya. Ki unutmayayım, unutulmasın. 

   Bazen de ağırlığını hissettiğim şeyleri hafifletme derdiyle yazarım. İnsan olmak zor, duygular karışık. Yazarken hislerimi tertemiz yıkamış, güneşte kurutup katlayarak raflarına dizmişim gibi bir ferahlık hissederim. 

   Galiba buna verebileceğim net bir cevap yok. Ama yazmak güzel. Unutmamak, ferahlamak, derin şeyleri hafifletmek ve devam edebilmek için bildiğim en iyi yol.

     Bugün yine işe geldim ve dikkatimi bir türlü toparlayamadığımı hissettim. Sonra kızım geldi aklıma. Miray o kadar tatlı konuşuyor ki son günlerde   bazen gerçekten eriyorum. Geçen sabah uyandık ve şöyle dedi: " Tavşan. Ben bugün tavşan oldum." Resmen gözlerini açar açmaz bunları söyledi ve yataktan inip dolaptan tavşan figürlü kıyafetini çıkardı, tavşan tacını çıkardı ve gün boyunca da havuç yedi :))) Tavşan gibi zıplayıp durması ve koltuklara çıkıp orada da zıplamasının verdiği düştü düşecek hissini tahmin edersiniz :) Sonraki gün ayı oldu, bir sonraki gün penguen oldu ve ismin ne diye sorduğumuzda "Momo" dedi. Zaten kendi ismine de genelde "Mimi" diyor. Miray ismini sevdiremedik çocuğuma :)

     Sonra aklıma sevdiğim bir arkadaşımın bana söylediği lakap geldi: " Kelebek" Bir kelebek olduğumu düşündüm, baharı hissettiğimiz şu güneşli günlerde bir çiçekten diğerine konduğumu ve mavi gökyüzünde sefer eylediğimi hayal ettim. Nasıl sıcak, nasıl hafif :) Belki büyüyünce yazar olamam, ama bir sabah uyanıp kendimi kelebek olarak düşünüp hafif hissetmek çok mümkün :)

     O zaman sorayım sana da "Sen nasıl yazıyorsun ? Ve ne zaman yazarsın? 

     Daha da önemlisi sen bugün ne olmak isterdin ? :)

Katie Melua- Nine Million Bicycles

27 Şubat 2025 Perşembe

Dans edelim mi tatlı gıs?


     Bugün de Sevgili İlkay'cığımın  yazısı üzerine buraya geldim. Öyle keyifli anlatmış ki göbek atma ve dans etme üzerine fikirlerini ay benim de bu konuda anlatacağım şeyler varmış meğer. Geldim buraya. Haydi yaklaşın şöyle yamacıma🤣🤣

    Efendim sizin akrabalarınızla aranız nasıl bilmem ama ben çok erken yaşta iki yüzlü olduklarına karar verip manipülasyon becerilerine şaşkınlıkla alkış yaptığımdan bu yana bayaaa mesafeliyiz. İyi insanlar yok mu, var tabii, ama çok çok az. Yani ben de isterdim şöyle bayramlarda seyranlarda heyecanla yollarını gözlediğim kuzenlerim olsun ( Böyle de anlatınca bayram reklarımlarımızın ful ajitasyon içerikli olması geldi aklıma :)) Ne bileyim kalabalık sofralarda buluşalım, onlara baktıkça genetik benzerliğimizle gurur duyayım filan... Ay nerde, nerde! Özellikle düğünlerde envai çeşit bahanelerle kaçtım, kaçamadığımda da yüzümden hiç çıkarmadığım gülümsememle yerimde oturup hiç oynamadım filan. Arkadaşlar arasında tam tersiydi bu arada :)) Özellikle üniversitede ev arkadaşlarımla birlikte oturup çeşitli şeylere gülüp ağladıktan sonra göbek atmaya geçtiğimizin sayısı çoktur. 


       Benim romantik cephede işler ciddiye binince annemle kızkardeşime bir telaş düştü. Akrabalar arasında  bazı kimselerce adı bile bilinmeyen, bilinenler tarafından da sevildiği müşkül, hiçbir düğüne katılmayan katıldığında da oynamayan bu kızın düğününe kim neden gelsin, a dostlar? Akrabasavarlığın sonu işte diye diye beni darladılar. " Amaan be dedim, gerekirse çıkar tek ben oynarım kocamla, yine eğlenirim. Nedir yani? " Dedim ama kendi içimden de söz verdim buna. En çok ben eğleneceğim o gün, bitti! 

        Neyse düğün günü geldi. İlk dans olayının heyecan ve şaşkınlığıyla nasıl yürüdüğümü ve de dans ettiğimi bilmiyorum. Düğün videomu ben daha tamamen izlemedim ( Neden bilmiyorum.  Yani ben kendi gördüklerim ve hislerimle saklamak istedim o günü, zaten o kadar tadını çıkardım ki her anın, çekmecede duruyor öyle video :)) 

      Efendim o ilk hareketli şarkıya geçişle benim bir oynayışım var şöyle sağdan sağdan, bu gibi aktivitelerde en çok oynayıp kendisini gösteren Ülkü abla resmen şok 🤣 Sonrası malum. Yılların düğünlerde oynamama patlamasını orada yaşadım ve telafi ettim. Bir ara babaannem yanıma gelip dedi ki:  " Kızım bak hasta olacaksın. Şu günde hasta olmanı istemem kihkihkih!" Dedi🤣🤣🤣 

      Öyle işte. Sonuçta annemlerin korktuğu olmadı, kan bağını önemseyen bunca insanın olması harika bir detay. Öte yandan bende de kabul gelişti galiba. Onları oldukları haliyle kabul etmeye çalışıyorum artık ve düğünlerde daha çok oynamaya zorlanıyorum🤣 Bu da böyle bir anımdır, diyip konuyu bağlayayım. 

Öptüm seni tatlı gıs :) 


14 Şubat 2025 Cuma

Farkındayım

 

       Bazen bir şarkı insanı nerelere götürüyor... 

       Lisedeyim... Her ergen gibi bir yanım deli dolu bir yanım hüzünlü.

       Hiç hazır değilken çocukluğa veda etmişim, ama yetişkin de değilim. Deli gibi korkuyorum yetişkin olmaktan. Çevremdeki yetişkinlerin hayatı bana çok özenilesi görünmüyor. Sadece hayatımla ilgili en ufaktan en büyüğüne kendi kararlarımı verme fikri cazip geliyor, başka da bir güzelliği yok yetişkin olmanın!

     Kafam çok karışık...Okulda öğretmenlerim hayatımın en önemli yıllarını yaşadığımı söylüyor. Öyle ya meslek seçimi, arkadaş seçimi, ilk kalp kırıklıkları bu yaşlarda yaşanıyor. Bu kadar önemli kararlar içinde ne kadar da küçüğüm, "Yahu benim etim ne budum ne? " diyemiyorum ama her dediklerini can kulağıyla  dinliyorum. Yaşam tecrübemin azlığını önemsediğim kişilerin öğütleriyle kapatmaya çalışıyorum. Belki sorular  bildiğim yerden çıkar umudu...

     Bazen geç saate kadar uyuyamıyorum. Her şeye çok şaşırıyorum. Evlilik bu kadar önemliyse, insanlar bu kararı nasıl vermiş? Meslek seçimi bu kadar önemliyse ve benim karakterim henüz oturmamışsa, bana uygun mesleğe şimdi karar vermem çok saçma değil mi? Arkadaşlıklar.... O konuda şanslıyım bak! Onlar beni anlıyor. Bazen birlikte çok gülmekten ağlıyoruz ama kimse kimseye uzaylıymış gibi bakmıyor. Bazen bu duygusal geçişleri evde yaşıyorum ve annemle babamın korku dolu bakışlarını görüyorum. Bu sorularımı çevremdeki büyüklere sorduğumda " Ne bileyim yavrum kader işte. Yaşarken başımıza geldi, içinde bulduk kendimizi." diyor teyzem. Ne hissedeceğime karar veremiyorum. 

   Böyle günlerden geçerken bana iyi gelen bir rutin var. Sabah okula gitmeden önce kahvaltımı yaparken televizyon açıyorum ve o sıralar adını anımsayamadığım bir müzik kanalında her sabah aynı saatte "Sezen Aksu- Farkındayım" çıkıyor. O klibin her saniyesi hafızamda, beni huzurlu bir yere götürüyor. Müziği hoşuma gidiyor ve gün boyunca da ara ara mırıldanıyorum. 

    Seneler sonra yine okuldayım. Bu sefer yetişkinim ama kafam yine karışık. Bana yetişkin olmayı böyle anlatmadılar. Romantik komedi filmlerinin evlilikle mutlu sona ermesi gibi anlattılar bana yetişkinliği. Hayatımdaki önemli seçimleri yapınca rahata erecektim ben. Dinlediğim öğütler  işime yaradıysa da haberim yok. Kafamın karışıklığını yatıştırma umuduyla müziğe sarılıyorum yine ve birden bu şarkı çalmaya başlıyor...:

"Ne yapsan olmuyor gözüm

Terk etmiyor bizi hüzün
Bir macera yaşamak dediğin
Küçük zamanlar harmanı
Sevildiğin, üzüldüğün

Hatırlamaktan ibaret Hatıralar nihayet Tesellisi çok zor sözün Ne gemiler yaktım Ne gemiler yaktım O kadar yandı ki canım Sonunda karşıdan baktım Ne göreyim Kendime yıldızlardan daha uzaktım Bu kızı yeniden büyütmeliyim Kor ateşlerde yürütmeliyim Değirmenlerde öğütmeliyim Farkındayım Farkındayım Kazanmalı, kaybetmeliyim Aşk uğruna harp etmeliyim Kendini seçemiyorsun Bırakıp kaçamıyorsun Yazmadığın bir hikâyede Uzun ya da kısa vadede Az biraz keşfediyorsun Öteki olabilmeyi Yerine koyabilmeyi Geride durabilmeyi
Öğreniyorsun"

3 Şubat 2025 Pazartesi

Bir Ispanak Yıkama Meselesi

 


           Çocuğum olduktan sonra kendimi gerçekten "anne olmuş" gibi hissettiğim anlardan bir tanesi de ıspanak yıkama anları... Kızımdan önce  yıkama zahmetine girmek istemediğim için almadığım bir sebzeydi ıspanak ve kızım olduktan sonra bu durum gerçek anlamda değişti. İki haftada bir kesinlikle ıspanak alınıyor evimize ve eşim gereğinden fazla aldığı için ıspanak yemekleri konusunda da geniş bir yelpazeye ulaştım :)) Ispanaklı kiş bile yaptım ben yav :)

    Bu hafta da  ıspanak haftamızdı ve ıspanak yıkama işini eşime yıkmayı düşünüp yine vazgeçtim. Çünkü bu konuda gereksiz bir titizliğim var maalesef ve tüm bezginliğimi de yanıma alıp başladım yıkamaya. Ispanak yıkamaya başlarken zihnim de adeta konuşmaya başladı ve şunları düşündüm:

* Eskiden mutfakta yemek hazırlarken bir şeyler izlemeyi ya da dinlemeyi ne kadar çok sevdiğimi, oysa şimdi bunları gerçekten istemediğimi fark ettim. Babaannemin "Kafam kaldırmıyor." dediği evreye erken ulaştım belki de:) 

* Sahi sömestr tatili de ne çabuk bitti. Halbuki ne güzel başlamıştı benim açımdan. İnternet detoksu yapmaya karar vermiştim ve başarıyla da uyguluyordum. Ta ki Bolu Kartalkaya yangınına dek... O yangında yiten canlara mı üzüleyim, ülkemizde bir insan canının bu kadar değersiz oluşuna mı kızayım? Bilemiyorum. Ama hepimizin içinde bir yangın yeri bıraktı bu olay ve suçlular gereken cezayı almadıkça da sönmeyecek. İnsan zihni böyle felaketlerden sonra çeşitli olasılıklar kuruyor. Yangın alarmı çalışsaydı insanlar kurtulabilirdi. Otel çalışanları yangını fark ettikleri anda insanları uyandırsaydı ( Konya'da bina çökmeden önce bir kişi kaç can kurtardı, gördük!)  insanlar kurtulabilirdi. Birileri gerçekten görevini yapsaydı bu yangın önlenebilirdi.... Sanki tüm ahlaksızlık bir araya gelmiş de, olan masum canlara olmuş gibi bir olay! Ve ülkemde istifa kelimesinden habersiz onca yetkili(!). 

    Bu noktada içim şişti gerçekten ve hala yıkanmayı bekleyen ıspanakları görünce yine eşime kızasım geldi. Yahu küçük bir aileyiz, neden her defasında bu kadar çok ıspanak alırsın be adam :) Ve sanki eşim benim içten içe  ne konuştuğumu  duymuş gibi gelip şey demesin mi: " Ya ıspanak çok olmuş değil mi? Valla o kadar almayacaktım ama pazardaki çocuk 'Abim çok güzel ıspanak dur bari az daha ekleyeyim de fiyatı yuvarlamış olalım.' deyince kıramadım." dedi. Gerçekten gülümsedim ve "Sorun değil." dedim. Bir zamanlar sorun olabilirdi.

* Özellikle de çocuk olduktan sonra eşlerin arasındaki o sihirli bağ biraz zayıflıyor gibi değil mi? Yani sevgi ve saygının olduğu evlilikler için söylüyorum bunu. Birlikte çok güzelken ve birbirine tüm ilgini verirken, küçük bir can katılıyor hayatına ve özellikle ilk yıllar hem anne hem de baba için çok zor oluyor. Ben ilk anne olduğum günlerde "Hayatım bitti." gibi düşünmüştüm. Lohusalık depresyonu yaşadığımı çok sonra fark ettim mesela. E haliyle kocamda da değişimler olmuştu. Hele de kolik ağlamaları olan ve çok az uyuyan bir bebekle bu duygular ve yeni rollere uyumlanma süreci çok daha zor. Hal böyleyken değil eşinle ilişkini görmek ve bu bağı beslemek için bir şeyler yapmak, sadece günü kurtarmaya bakıyor insan. Biz de uzun zamandır bunu yapıyorduk.  Bu sömestr tatilinde birbirimize zaman ayırdık ve çift olarak bir şeyler yapma şansı bulduk. Sanki iç dünyamda havada asılı kalan bazı parçalar vardı ve öyle güzel yerine oturdu ki :) Biliyorum eşim için de aynı şey oldu, çünkü bu duyguyu paylaştığımız çok açıktı. 

    Ispanak yıkama sırasında bunları düşündüm. Ve ıspanak yıkama işi bittiğinde hissettiğim rahatlık çok güzeldi. Üstümdeki o bezginlik de büyük oranda geçmişti ve gün sonunda yine pek çok şeyi halletmiş olmanın mutluluğu vardı üzerimde. 

    Biliyorum bazen senin de içinden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Sen de gücünün yetmediği, değiştiremeyeceğin haberlerle ve durumlarla  hayattan bezmiş gibi hissediyorsun bazen. Yine de yapabiliyorsan küçük bir adım at, bebek adımı olsa da at o adımı. Taze bir nefes almak için odanın camını açmak bile yeter başlangıç için :) Belki güneşi görürsün. Şehir sesi davet eder seni, dışarı çıkarsın. Ya da bir kuş sürüsü görürsün, selam verirsin onlara. Ve hayatında gerçekten sevdiğin ve sevildiğini hissettiğin kişilerle bir bağlantı kur. Geriye sadece o anlar kalacak çünkü... Yaşa doyasıya! 

All You Need is Love

14 Ocak 2025 Salı

Bir Paragraf

 



        

  "Okuyarak, düşlere dalarak, yazmayı düşünerek, düşüncelerin kaprisli rüzgarına göre akan, tutkulardan arınmış, kültürlü bir hayat sürsem..

 Sıkıntının kıyılarında dolaşacak kadar yavaş, sıkıntıya hiç düşmeyecek kadar iyi  kurulmuş bir  hayat. Heyecanlardan ve düşüncelerden uzak o hayatı, heyecanların düşüncesiyle ve düşüncelerin heyecanıyla yaşasam.

Çiçeklerle çevrili, karanlık bir göl gibi güneşin altına uzansam, altın rengine boyansam. 

Dünyalar dönüp dururken, çiçeklerden bir toz bulutu gibi olsam, bilinmedik bir rüzgarın gün biterken havalandırdığı, alacakaranlığın uyuşukluğunun rastgele yere bıraktığı, daha geniş şekillerin içinde seçilmez olan bir bulut. Ve bunu sevinmeden ve üzülmeden, ama güneşin parlaklığından, yıldızların uzaklığından çıkardığım, kesin bir bilgiyle yapsam.

Bunların dışında hiçbir şey olmasam, hiçbir şey istemesem... Karnı aç dilencinin ezgisi, kör insanın şarkısı, bilinmeyen bir gezginin bıraktığı bir nesne, çölde yüksüz ve amaçsız yürüyen bir kaç devenin bıraktığı izler..."



(Fernando Pessoa- Huzursuzluğun Kitabı, syf. 54)

Gibran Alcocer- İdea 10